Francis
Bacon, "Kurnaz insanlar okumayı küçümser, basit insanlar ona hayran olur,
akıllı insanlar da ondan yararlanırlar." der. Onun bu sözleri.
"Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." düsturunu hatırlatıyor. Bir
insan, okuduğunu hayata geçiriyor, hayata katılmayacak şeyleri okumuyorsa,
zihnini faydalı şeylerle besleyip olgunlaştırıyor ve okuduklarından başkalarını
da faydalandırıyorsa, "tam bir adam" seviyesine yükseliyor demektir.
Namık
Kemal de insanın hayvaniyetinin yemekle, insaniyetinin de okumakla olduğunu
söylerken, Kur'ân'ın "Oku" emrini hatırlatıyor. Kur'ân beşerin insan
olması için okuması gerektiğini söylüyor. Fakat bu rasgele bir okuma değil,
mürebbiler, muallimler refakatinde gerçekleştirilmesi gereken bir okuma
emridir. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) okumayı öğreten Allah'tı, Hz. Cebrail idi. En
güzel ve en doğru okuma, yaratan Rabbi'nin adı ile olan okumadır. Çünkü insanı
Allah kemale erdirir, insan ancak Allah adına gerçekleştireceği okuma ile
gerçek olgunluğa erer.
Pilinius, güzel bir tavsiyede bulunuyor: "Yazıları çok okuyun ama çok yazar okumayın." diyor. Con Hersel ise "Kainat, okuyan için yaratılmıştır. Okuma zevkini öğrenen, mesut insandır." derken insanın dikkatini bütün bir varlık manzumesine çeviriyor. W. E. Channing de bunu biraz daha darlaştırıp yoğunlaştırarak veciz bir şekle sokuyor: "Okumasını bilirsen her insanın bir kitap olduğunu görürsün." diyor. Bunu şiir diliyle ifade eden Yunus'umuz ise "İlim okumaktan garaz insan özün bilmektir" der ve "Sen kendin bilmezsin ya bu nice okumaktır" diye de hayretini belirtir.
Pilinius, güzel bir tavsiyede bulunuyor: "Yazıları çok okuyun ama çok yazar okumayın." diyor. Con Hersel ise "Kainat, okuyan için yaratılmıştır. Okuma zevkini öğrenen, mesut insandır." derken insanın dikkatini bütün bir varlık manzumesine çeviriyor. W. E. Channing de bunu biraz daha darlaştırıp yoğunlaştırarak veciz bir şekle sokuyor: "Okumasını bilirsen her insanın bir kitap olduğunu görürsün." diyor. Bunu şiir diliyle ifade eden Yunus'umuz ise "İlim okumaktan garaz insan özün bilmektir" der ve "Sen kendin bilmezsin ya bu nice okumaktır" diye de hayretini belirtir.
Okuma
bir seçim işidir. Maddî gıdalar nasıl bir seçime tabi tutuluyorsa, mânevi gıda
olan okuma malzemeleri de aynı şekilde bir seçime tabi tutulmalıdır. Öyle
rasgele her dergi, her kitap ve her gazete okunmamalıdır. Esasen okuma merhale
merhale ele alınmalı. İnsanın bebeklik ve çocukluk dönemlerinde aldığı gıdalar
nasıl ayrı ayrı özellikler taşıyorsa, okuyacağı kitaplar da değişik özellikler
gösterir. Bebeğin gıdası annesinde süte dönüştürülerek verilmektedir. Bebek,
hiçbir zaman doğrudan doğruya annesinin sofrasından gıda alamaz. Onun sofrası
ana kucağı, ana göğsüdür. Allah'ın ona hazırladığı rahmet çeşmelerinden
beslenir. Bebeğin sofrasında tek gıda, tek yiyecek bulunur: Süt. Bebeğin
ilerleyen yaşına uygun olarak yiyecek türü çeşitlenir, artar. İnsan, ilerleyen
yaşına ve gelişen kültürüne uygun olarak yiyeceklerini de çeşitlendirir. Her
ailenin kendine has bir mutfak kültürü, yemek türü ve yeme tarzı vardır. Okunan
eserler de kültürden kültüre değişir. İşte bu kültürler arasında da bir
alışveriş ortamı oluşur. Bu ortamın bir takım kaidelerle kontrol edilmesi
gerekir. Bu kaideleri belirleyen o kültürlerin kendi bünyeleridir.
Kültürlerarası alış veriş gençler ve halk için doğrudan doğruya olmaz, onlar
adına bu alış verişi münevver bir kadronun gerçekleştirmesi gerekir. Gençlik ve
halk, kafa ve gönül gıdalarını bu münevver zümrenin yani milli mürebbilerin
göğsünden almalıdırlar. Aydın zümre münasebet kurduğu yabancı kültürlerin kendi
milletine yararlı yönlerini alıp gençliğe ve halka sunmalıdır. Hayvanlar bile
otlamaya çıktıklarında her otu yemezler, seçerler. İnsanlar daha dikkatli bir
seçim yolu izlemelidirler. Bu yolun kılavuzları da o milletin münevver kadrolarıdırlar.
Onlar seçer, ayıklar, gençlik ve halk da onlardan yararlanırlar.
Okunacak kitapların seçimi meselesi kültür ve medeniyetlerin bunalımlı dönemlerinde daha da önem kazanır. Kültür ve medeniyet zehirlenmesine uğrayan milletler iflah olmazlar. Bir varlığa gıda ve şifa olan şey bir başka varlığa zehir olabilir.
Okunacak kitapların seçimi meselesi kültür ve medeniyetlerin bunalımlı dönemlerinde daha da önem kazanır. Kültür ve medeniyet zehirlenmesine uğrayan milletler iflah olmazlar. Bir varlığa gıda ve şifa olan şey bir başka varlığa zehir olabilir.
Son
dönemlerinde Osmanlı, korkunç bir kültür zehirlenmesine uğradı. Nice genç
yavrularını Batı'nın bozuk yollarında batırıp gitti. Birtakım Batı hayranı
taklitçi, sığ ve hasta ruhlar, Batı'dan aldıkları zehri millet bünyesine
taşıyıp bulaştırdılar ve biz hâlâ bu zehirlenmenin bunalımı içinde kıvranıp
durmaktayız. Bu zehirlenmeyi önleyecek Tabib-i Mânevîler olmayacak mı? Olacak
elbette. Bugün sağlıklı bir gençlik varsa, sağlıklı düşünen ve inanan bir halk
kesimi hâlâ yaşıyorsa bu tabiblerin tedavi ve ilaçlarıyla yaşıyor.
Tıbbî
tesbitlere göre çocuk iki sene ana sütüyle beslenmelidir. Bu takdirde çocuk
bünyece daha sağlam ve dayanıklı olur. Ya mânevî bünye?.. Onlar ne kadar
müddetle ana sütü almalı? Bizim kültürümüzün anası Kur'ân'dır. Kur'ân'ın anası
da Fâtiha... Fâtiha sütüyle beslenmeyen nesiller bizim değildir. Rahmân
kutbunda İslâm ve imân sütü; şeytan kutbunda da isyan ve İnkâr sütü iki
besleyici kaynaktır. İnsanlık da rûhi beslenme rejimlerine göre bu iki kolda
kültür ve medeniyetler ortaya korlar.
Tıbbın
insan bedeni için koyduğu zaman kaydı, ruh için daha da uzun süreli olmalı.
Çünkü ruh çok güç ve geç olgunlaşır. Gençliğin rûhi beslenme rejimi daha hassas
ve daha dikkatli ölçülerle tayin edilmelidir. Gençliğe her eser okutulmamak.
Onlara Kur'ân mutfağında hazırlanmış, ana sütü değerindeki kitaplar okutulmalı.
Onlar, zehirleyici kitaplardan, hazmedemiyeceği eserlerden uzak
tutulmalıdırlar. Bir anne, yavrusunun yiyip içmesine nasıl özen gösterir,
dikkat ederse, biz de gençliğimizin okuyacağı e-serlere öylesine dikkat ve özen
göstermek zorundayız. Ne okumayı küçümseme kurnazlığı ve ne de okunacak her
şeye hayranlık hastalığı... İkisi de uzak olsun bizden. Akıllı davranmak,
yararlı olanı seçmek gerekmektedir. Güçlü ve olgun, Tabib-i Manevî hükmünde
birkaç yazar seçip onların eserlerini çok çok okumak ve okutmak lazım. Çünkü
her yazarın bir hayat anlayışı, dünya görüşü ve bu görüşe uygun düşünme metodu,
yaşama tarzı vardır. Yazarın bu görüşünü ve muhakeme yolunu edinmek için onun
eserlerini iyice okuyup hazmetmek gerekir. Tıpkı bir anahtara ikinci bir yedek
anahtar yaptırmak gibi. İkinci anahtar, birinciye uygun açıldığı için o da
artık birinci anahtarın açtığı her yeri rahatlıkla açar. Yani okuduğu yazarın
eserlerini iyice özümseyen bir okuyucu artık o yazar gibi düşünüp duymaya ve
davranmaya başlar. O yazar gibi görüp, o yazar gibi anlar ve o yazar gibi
yaşar. Çocuk, anasına ve babasına benzer. Süt ve kan birliği vardır. Okuyucu da
yazarına benzer.
Baba
ve anası belli olmayan, sokağa atılmış yavrular gibi değişik ellerde büyüyen,
değişik gıdalarla beslenen çocuklar köklü kişilikleri olmayan varlıklardır. Her
yazarı rasgele okuyan, hepsinden etkilenen birisi ne düşündüğünü ve neye
inandığını bilemez. Dolayısıyla köklü bir kişilik geliştiremez.
Bir
cemiyette, bir millette ortak inanç, ortak duygu ve düşünce yapısı kurulup
gerçekleştirildikten sonra bu temel üzerinde her türlü ilim, sanat, düşünce ve
edebiyat eserleri birer anıt gibi yükseltilebilir. Kültürünün özü Kur'ân olan
bir toplum sağlıklı, ideal bir toplumdur. Rahmân yurtlarında, Kur'ân'la ruh özü
örmüş, gül kokularıyla hikmet ufkuna ermiş, hakikat Leylasının gül yüzünü
görmüş altın bir nesil, ideal gençlik, giyinişi, gezişi, oturuş ve kalkışı,
yemesi içmesi, okuması yazmasıyla tamamen ayrı bir nesildir. Bu nesil, Tabib-i
Mânevîlerin kucağında Kur'ân sütüyle beslenip büyümüş, zararlı eserlerin
tuzaklarından korunmuş sağlıklı bir nesildir.
Çok
kitap okumak bir meziyet değildir. Ana kitapların ve onlardan türeyen eserleri
çokça ve hazmederek okumak, onlardan alınan güçle, ışıkla beşer ve kainat
kitabını heceleyip hikmetine ermek, işte asıl mesele budur. Asıl İrfana erme ve
irfanla olma budur. Bunu gerçekleştirici, bizleri bu ufka erdirip yükseltici
mürebbilerle olmak, onların kütüphanelerinde, fikir ve irfan mutfaklarında
ruhlarımızı doyurup beslemek zorundayız. Her gördüğü yiyeceğe iştahla bakan,
ondan haz almak isteyen, sırf haz için okuyan obur kafalar ve karınlar,
biçimsiz, hantal bir vücuda ulaşırlar. Midelerini olur olmaz yiyeceklerle tıka
basa dolduranlar mide fesadına, ruh fesadına uğrar, ölçüsüz ve aşırı beslenmeden
dolayı ölüp giderler.
Bizim
soframız Kur'ân ve hikmet sofrasıdır. Herşeyi bir ölçü ile yaratan Yüce
Yaratıcı'nın koyduğu ölçülerle, emir ve yasaklar çerçevesinde, kutlu yol
gösterici ve yol açıcı kılavuzların önderliğinde yolumuza devam ederiz.
"Her biriniz çobansınız, güttüklerinizden mesulsünüz." altın
düsturunu esas alır, güdücülerimizi seçer ve onların işaret ettiği yönde ve
yerde varlığımızı korur ve devam ettiririz. Bir anne, yavrusunu gözetir, korur
ve kollar. Bir muallim talebesini yönlendirir. Bir insan kendi duygularını, iç
ve dış bütünlüğünü korur. Bunların hepsi de elleri altında bulunanlardan,
gözetimlerine verilenlerden mesuldürler. Arkadaş, arkadaşından mesuldür. Zaten
kişi arkadaşının dini üzeredir. Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,
ölçüsü bir anlamda insanı arkadaşıyla özleştiriyor. İnsanın en değerli
arkadaşları oku'duğu kitaplarıdır. Okuduğun kitapları söyle, sana kim olduğunu
söyleyeyim.
Yerine
göre anne de, baba da birer arkadaştırlar. Öğretmen ve kitaplar da birer
arkadaştır. Bunların hepsi aynı zamanda birer güdücü, birer gözeticidir. Bizi
kimlerin yönlendirip sevk ettiğini, hangi gayeye doğru yolcu ettiklerini çok
iyi düşünmeli ve bilmeliyiz.
Elimizdeki
kitapların süt gibi, ekmek gibi temel gıda kıymetinde olmalarına dikkat
etmeliyiz. Gofret tipi, koka kola tipi yiyecek ve içecekler çocuklar için ne
ise, bazı kitaplar da gençlik için, halk için odur. Hiçbir doktor, çocuklara
lüks ve gereksiz yiyecekler tavsiye etmez. Bunlar, gereksiz damak tiryakiliği,
haz düşkünlüğüdür. Bunun gibi gereksiz zihin ve duygu tiryakiliği veren, kafa
zehirleyici ve duygu sömürücü eserlerden sakınmalı, korunmalıyız.
Medeniyetimizin temel eserlerini okumalı, kafa ve kalblerimizi, ruhumuzu onların bal özleriyle beslemeliyiz.
Medeniyetimizin temel eserlerini okumalı, kafa ve kalblerimizi, ruhumuzu onların bal özleriyle beslemeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder