22 Ağustos 2015 Cumartesi

Nasıl ve Ne Kadar Okumalı?




Francis Bacon, "Kurnaz insanlar okumayı küçümser, basit insanlar ona hayran olur, akıllı insanlar da ondan yararlanırlar." der. Onun bu sözleri. "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." düsturunu hatırlatıyor. Bir insan, okuduğunu hayata geçiriyor, hayata katılmayacak şeyleri okumuyorsa, zihnini faydalı şeylerle besleyip olgunlaştırıyor ve okuduklarından başkalarını da faydalandırıyorsa, "tam bir adam" seviyesine yükseliyor demektir.
Namık Kemal de insanın hayvaniyetinin yemekle, insaniyetinin de okumakla olduğunu söylerken, Kur'ân'ın "Oku" emrini hatırlatıyor. Kur'ân beşerin insan olması için okuması gerektiğini söylüyor. Fakat bu rasgele bir okuma değil, mürebbiler, muallimler refakatinde gerçekleştirilmesi gereken bir okuma emridir. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) okumayı öğreten Allah'tı, Hz. Cebrail idi. En güzel ve en doğru okuma, yaratan Rabbi'nin adı ile olan okumadır. Çünkü insanı Allah kemale erdirir, insan ancak Allah adına gerçekleştireceği okuma ile gerçek olgunluğa erer.
Pilinius, güzel bir tavsiyede bulunuyor: "Yazıları çok okuyun ama çok yazar okumayın." diyor. Con Hersel ise "Kainat, okuyan için yaratılmıştır. Okuma zevkini öğrenen, mesut insandır." derken insanın dikkatini bütün bir varlık manzumesine çeviriyor. W. E. Channing de bunu biraz daha darlaştırıp yoğunlaştırarak veciz bir şekle sokuyor: "Okumasını bilirsen her insanın bir kitap olduğunu görürsün." diyor. Bunu şiir diliyle ifade eden Yunus'umuz ise "İlim okumaktan garaz insan özün bilmektir" der ve "Sen kendin bilmezsin ya bu nice okumaktır" diye de hayretini belirtir.
Okuma bir seçim işidir. Maddî gıdalar nasıl bir seçime tabi tutuluyorsa, mânevi gıda olan okuma malzemeleri de aynı şekilde bir seçime tabi tutulmalıdır. Öyle rasgele her dergi, her kitap ve her gazete okunmamalıdır. Esasen okuma merhale merhale ele alınmalı. İnsanın bebeklik ve çocukluk dönemlerinde aldığı gıdalar nasıl ayrı ayrı özellikler taşıyorsa, okuyacağı kitaplar da değişik özellikler gösterir. Bebeğin gıdası annesinde süte dönüştürülerek verilmektedir. Bebek, hiçbir zaman doğrudan doğruya annesinin sofrasından gıda alamaz. Onun sofrası ana kucağı, ana göğsüdür. Allah'ın ona hazırladığı rahmet çeşmelerinden beslenir. Bebeğin sofrasında tek gıda, tek yiyecek bulunur: Süt. Bebeğin ilerleyen yaşına uygun olarak yiyecek türü çeşitlenir, artar. İnsan, ilerleyen yaşına ve gelişen kültürüne uygun olarak yiyeceklerini de çeşitlendirir. Her ailenin kendine has bir mutfak kültürü, yemek türü ve yeme tarzı vardır. Okunan eserler de kültürden kültüre değişir. İşte bu kültürler arasında da bir alışveriş ortamı oluşur. Bu ortamın bir takım kaidelerle kontrol edilmesi gerekir. Bu kaideleri belirleyen o kültürlerin kendi bünyeleridir. Kültürlerarası alış veriş gençler ve halk için doğrudan doğruya olmaz, onlar adına bu alış verişi münevver bir kadronun gerçekleştirmesi gerekir. Gençlik ve halk, kafa ve gönül gıdalarını bu münevver zümrenin yani milli mürebbilerin göğsünden almalıdırlar. Aydın zümre münasebet kurduğu yabancı kültürlerin kendi milletine yararlı yönlerini alıp gençliğe ve halka sunmalıdır. Hayvanlar bile otlamaya çıktıklarında her otu yemezler, seçerler. İnsanlar daha dikkatli bir seçim yolu izlemelidirler. Bu yolun kılavuzları da o milletin münevver kadrolarıdırlar. Onlar seçer, ayıklar, gençlik ve halk da onlardan yararlanırlar.
Okunacak kitapların seçimi meselesi kültür ve medeniyetlerin bunalımlı dönemlerinde daha da önem kazanır. Kültür ve medeniyet zehirlenmesine uğrayan milletler iflah olmazlar. Bir varlığa gıda ve şifa olan şey bir başka varlığa zehir olabilir.
Son dönemlerinde Osmanlı, korkunç bir kültür zehirlenmesine uğradı. Nice genç yavrularını Batı'nın bozuk yollarında batırıp gitti. Birtakım Batı hayranı taklitçi, sığ ve hasta ruhlar, Batı'dan aldıkları zehri millet bünyesine taşıyıp bulaştırdılar ve biz hâlâ bu zehirlenmenin bunalımı içinde kıvranıp durmaktayız. Bu zehirlenmeyi önleyecek Tabib-i Mânevîler olmayacak mı? Olacak elbette. Bugün sağlıklı bir gençlik varsa, sağlıklı düşünen ve inanan bir halk kesimi hâlâ yaşıyorsa bu tabiblerin tedavi ve ilaçlarıyla yaşıyor.
Tıbbî tesbitlere göre çocuk iki sene ana sütüyle beslenmelidir. Bu takdirde çocuk bünyece daha sağlam ve dayanıklı olur. Ya mânevî bünye?.. Onlar ne kadar müddetle ana sütü almalı? Bizim kültürümüzün anası Kur'ân'dır. Kur'ân'ın anası da Fâtiha... Fâtiha sütüyle beslenmeyen nesiller bizim değildir. Rahmân kutbunda İslâm ve imân sütü; şeytan kutbunda da isyan ve İnkâr sütü iki besleyici kaynaktır. İnsanlık da rûhi beslenme rejimlerine göre bu iki kolda kültür ve medeniyetler ortaya korlar.
Tıbbın insan bedeni için koyduğu zaman kaydı, ruh için daha da uzun süreli olmalı. Çünkü ruh çok güç ve geç olgunlaşır. Gençliğin rûhi beslenme rejimi daha hassas ve daha dikkatli ölçülerle tayin edilmelidir. Gençliğe her eser okutulmamak. Onlara Kur'ân mutfağında hazırlanmış, ana sütü değerindeki kitaplar okutulmalı. Onlar, zehirleyici kitaplardan, hazmedemiyeceği eserlerden uzak tutulmalıdırlar. Bir anne, yavrusunun yiyip içmesine nasıl özen gösterir, dikkat ederse, biz de gençliğimizin okuyacağı e-serlere öylesine dikkat ve özen göstermek zorundayız. Ne okumayı küçümseme kurnazlığı ve ne de okunacak her şeye hayranlık hastalığı... İkisi de uzak olsun bizden. Akıllı davranmak, yararlı olanı seçmek gerekmektedir. Güçlü ve olgun, Tabib-i Manevî hükmünde birkaç yazar seçip onların eserlerini çok çok okumak ve okutmak lazım. Çünkü her yazarın bir hayat anlayışı, dünya görüşü ve bu görüşe uygun düşünme metodu, yaşama tarzı vardır. Yazarın bu görüşünü ve muhakeme yolunu edinmek için onun eserlerini iyice okuyup hazmetmek gerekir. Tıpkı bir anahtara ikinci bir yedek anahtar yaptırmak gibi. İkinci anahtar, birinciye uygun açıldığı için o da artık birinci anahtarın açtığı her yeri rahatlıkla açar. Yani okuduğu yazarın eserlerini iyice özümseyen bir okuyucu artık o yazar gibi düşünüp duymaya ve davranmaya başlar. O yazar gibi görüp, o yazar gibi anlar ve o yazar gibi yaşar. Çocuk, anasına ve babasına benzer. Süt ve kan birliği vardır. Okuyucu da yazarına benzer.
Baba ve anası belli olmayan, sokağa atılmış yavrular gibi değişik ellerde büyüyen, değişik gıdalarla beslenen çocuklar köklü kişilikleri olmayan varlıklardır. Her yazarı rasgele okuyan, hepsinden etkilenen birisi ne düşündüğünü ve neye inandığını bilemez. Dolayısıyla köklü bir kişilik geliştiremez.
Bir cemiyette, bir millette ortak inanç, ortak duygu ve düşünce yapısı kurulup gerçekleştirildikten sonra bu temel üzerinde her türlü ilim, sanat, düşünce ve edebiyat eserleri birer anıt gibi yükseltilebilir. Kültürünün özü Kur'ân olan bir toplum sağlıklı, ideal bir toplumdur. Rahmân yurtlarında, Kur'ân'la ruh özü örmüş, gül kokularıyla hikmet ufkuna ermiş, hakikat Leylasının gül yüzünü görmüş altın bir nesil, ideal gençlik, giyinişi, gezişi, oturuş ve kalkışı, yemesi içmesi, okuması yazmasıyla tamamen ayrı bir nesildir. Bu nesil, Tabib-i Mânevîlerin kucağında Kur'ân sütüyle beslenip büyümüş, zararlı eserlerin tuzaklarından korunmuş sağlıklı bir nesildir.
Çok kitap okumak bir meziyet değildir. Ana kitapların ve onlardan türeyen eserleri çokça ve hazmederek okumak, onlardan alınan güçle, ışıkla beşer ve kainat kitabını heceleyip hikmetine ermek, işte asıl mesele budur. Asıl İrfana erme ve irfanla olma budur. Bunu gerçekleştirici, bizleri bu ufka erdirip yükseltici mürebbilerle olmak, onların kütüphanelerinde, fikir ve irfan mutfaklarında ruhlarımızı doyurup beslemek zorundayız. Her gördüğü yiyeceğe iştahla bakan, ondan haz almak isteyen, sırf haz için okuyan obur kafalar ve karınlar, biçimsiz, hantal bir vücuda ulaşırlar. Midelerini olur olmaz yiyeceklerle tıka basa dolduranlar mide fesadına, ruh fesadına uğrar, ölçüsüz ve aşırı beslenmeden dolayı ölüp giderler.
Bizim soframız Kur'ân ve hikmet sofrasıdır. Herşeyi bir ölçü ile yaratan Yüce Yaratıcı'nın koyduğu ölçülerle, emir ve yasaklar çerçevesinde, kutlu yol gösterici ve yol açıcı kılavuzların önderliğinde yolumuza devam ederiz. "Her biriniz çobansınız, güttüklerinizden mesulsünüz." altın düsturunu esas alır, güdücülerimizi seçer ve onların işaret ettiği yönde ve yerde varlığımızı korur ve devam ettiririz. Bir anne, yavrusunu gözetir, korur ve kollar. Bir muallim talebesini yönlendirir. Bir insan kendi duygularını, iç ve dış bütünlüğünü korur. Bunların hepsi de elleri altında bulunanlardan, gözetimlerine verilenlerden mesuldürler. Arkadaş, arkadaşından mesuldür. Zaten kişi arkadaşının dini üzeredir. Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim, ölçüsü bir anlamda insanı arkadaşıyla özleştiriyor. İnsanın en değerli arkadaşları oku'duğu kitaplarıdır. Okuduğun kitapları söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Yerine göre anne de, baba da birer arkadaştırlar. Öğretmen ve kitaplar da birer arkadaştır. Bunların hepsi aynı zamanda birer güdücü, birer gözeticidir. Bizi kimlerin yönlendirip sevk ettiğini, hangi gayeye doğru yolcu ettiklerini çok iyi düşünmeli ve bilmeliyiz.
Elimizdeki kitapların süt gibi, ekmek gibi temel gıda kıymetinde olmalarına dikkat etmeliyiz. Gofret tipi, koka kola tipi yiyecek ve içecekler çocuklar için ne ise, bazı kitaplar da gençlik için, halk için odur. Hiçbir doktor, çocuklara lüks ve gereksiz yiyecekler tavsiye etmez. Bunlar, gereksiz damak tiryakiliği, haz düşkünlüğüdür. Bunun gibi gereksiz zihin ve duygu tiryakiliği veren, kafa zehirleyici ve duygu sömürücü eserlerden sakınmalı, korunmalıyız.
Medeniyetimizin temel eserlerini okumalı, kafa ve kalblerimizi, ruhumuzu onların bal özleriyle beslemeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder