Mevlânâ Görklü Nazarı:
"Bismillah o addır ki her gün bunca topal, bunca belaya uğramış, bunca
hasta ve kör, her sabah İsa'nın, esenlik ona, kulluk ettiği yerin kapısı önünde
toplanırdı. O, evradını bitirince dışarıya çıkar, onlara bu kutlu adı okurdu.
Hepsi de hastalığından kurtulup sağ-esen evlerine giderdi.
"Bismillah o addır ki, Allah'ın
rahmeti ona, Mustafa, ayın on dördüncü gecesi Ka'be'nin çevresinde tavaf
etmedeydi. Mekke'de, sıcağın şiddetinden halkın çoğu geceleyin dışarı çıkardı.
Abu-Cehl, onu gördü; kızdı, hasedi coştu, kabardı, köpürdü. Tanrı bilir, gene
bu büyücü hangi düzeni kurmada dedi. Allah rahmet etsin, Mustafa, esirgeme
yoluyla cevap verip ona dedi ki: Düzen nerde, ben nerdeyim? Ben halkı, senin
gibi yol yitirmişlerin düzeninden, tuzağından kurtarmak için gelmişim.
Abu-Cehl, peki dedi, büyücü değilsen avucumda ne var, söyle. Daha önce bilerek
avucuna çakıl taşları almıştı. Cebrail-i Emin gelip erişti, ya Muhammed dedi,
Hak sana selam ediyor; selam sana ey Peygamber ve Allah'ın rahmeti ve bereketleri
sana. Diyor ki: Hiç düşünme; sana onlar büyücü derlerse desinler, biz sana iyi
adlar taktık; o adların bazısını halka söyledik; bazısını, anlayamazlar diye,
"Halka akılları miktarınca söz söyleyin" hükmünce söylemedik. O kim
oluyor ki sana ad takabilsin? Kula efendisi ad takabilir; kapıdan giren
aşağılık kul, efendiye, efendisinin oğluna nasıl ad takar? Taksa bile, taktığı
adı onun boynuna asarlar da cehenneme yollarlar onu. Seni sınamak için avucumda
ne var diyor. Cevap ver de de ki: Hangisini istersin; ben mi avucunda ne
olduğunu söyliyeyim yoksa avucundakiler mi benim kim olduğumu söylesin? Esenlik
ona, Mustafâ, Rahman ve Rahim Allah adiyle diye bu adı söyledi ve ona cevap
verdi. Abû-Cehl, avucumdakilerin senin kim olduğunu söylemesi daha kuvvetli dedi.
Tanrı'nın tertemiz adiyle, avucundaki çakılların her biri, Allah'tan başka
yoktur tapacak, Muhammed, Allah elçisidir diye ses verdi, dile geldi. Bir bölük
halk inandı Abû-Cehl pek büyük bir kızgınlıkla çakılları yere vurdu; pek pişman
oldu sözüne ve gördün mü dedi, kendi elimle neler ettim ben. Sonra gene kendini
tuttu, inatla dedi ki: Lât'a, Uzzâ'ya andolsun ki bu da büyücülük. Abû-Cehl'in
bazı dostları, büyücülük dediler, yerde olur, göğe tesir etmez; gel onu bir de
bu yönden sınayalım. Geldiler, dediler ki: Bu yaptığın büyü değilse, gerçekte,
Tanrı'dansa şu on dört gecelik ayı ikiye böl; çünkü büyü göke tesir etmez.
Hemen Cebrail erişti. Düşünceye dalma, tertemiz, kutlu, zevâli olmayan adımızı
an, Rahman ve Rahim Allah adıyla de ve iki mübarek parmağını birbirinden
ayırarak göke tut, aya işaret et de gücümüzü görsünler, diye Tanrı'dan haber
getirdi. Mustafâ öyle yaptı, hemen ay iki parça oldu; yarısı Peygamber'in sağ
parmağının hizasına gitti, yarısı sol parmağının. "Yaklaştı kıyamet ve
yarıldı ay." Öylesine korkunç bir ses işitildi ki şehirde ve ovada
binlerce hayvan öldü; geri kalan hayvanlar yem yemekten kesildiler, tir tir
titremeye başladılar ve bunca halk hastalandı; bir bölük halkın yüreği kan
kesildi. Hepsi de, kendisinden haber verdiğin Tanrı hakkı için dedi, tez şu
Ay'ı düzelt, eski haline gelsin; yoksa şu anda bütün âlem alt üst olacak. Allah
rahmet etsin ona, Peygamber, gene bu adı söyledi, Rahman ve Rahim Allah adıyla
dedi; iki parmağını bitiştirdi, Tanrı buyruğuyla ve bu cana can katan adın
kutluluğuyla Ay'ın iki parçası birleşti. Birçok kimse inandı, Müslüman oldu.
Abû-Cehl'inse derdi arttı; adam, elden çıktı da öfkeyle, inatla güç kendini
tuttu; dedi ki: Bu doğruysa, gözbağcılık değilse, kulaklarımızı bağlamadıysan,
aklımızı, fikrimizi çelmediysen, başka şehirlerin de bundan haberi olması
gerek. Derken, âlemin her yanından dostlardan dostlara adamlar, kervanlar,
haberciler, mektuplar gelmeye başladı; bu ne olaydı kim deniyordu, gökleri
yaratan, bu kubbede şu iki mumu aydınlattığı, bu iki gevherle karanlıklar
perdelerini yaktığı, "Güneşi parlak, ziyalı Ay'ı aydın ışıklı
yarattı." Hükmünce ikisini halk ettiği günden beri bu çeşit görülmemiş,
eşsiz, şaşılacak bir olay olmamış; atalarımızdan, babalarımızdan hiçbir kimse
böyle bir şey anlatmamış, hiçbir kitap böyle bir şey yazmamıştır. Çevredeki
şehirlerden mektup üstüne mektup geliyordu. Abû-Cehl'in ve benzerlerinin her
solukta, "Ama gönüllerinde hastalık olanların pislik katarak küfürlerini
artırdı." Âyetinde bildirildiği gibi daha da fazla yüzleri kararıyordu.
İnananlarınsa, "İnançlarına inanç katsın diye." Her gün, gönülleri
daha da kuvvetleniyor, imanları daha da artıyordu." (Mecâlis-i Seb'a,
Birinci Meclis'ten)
Ve Bediüzzaman Sözü:
"BİSMİLLÂH her hayrın başıdır.
Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder